MADEN İŞÇİLİĞİNDEN DOĞU LİNYİTLERİ İŞLETMESİ YÖNETİCİLİĞİNE

Okuyacağınız bu öykü yoklukta dik durmanın, başarı için mücadelede israr etmenin ne kadar önemli olduğunu gösteren özel bir hikayedir. İçinde bulunduğumuz zorlukları aşmak ve hayal ettiğimiz hedefe ulaşmak istiyorsak miras dışında konforlu bir yol bulamayız. Çünkü çok çalışmak, yılgınlığa direnmek başarının temelini oluşturuyor.

Öykünün kahramanı sahip olduğu hayat şartlarına baktığı zaman babasının su ile çalışan atölyesinde hızarcılık yaparak iyi bir geleceğe sahip olmasının mümkün olmadığını görüyor, yeterli olmayan arazilerinde geleceğini aramasını ise akıl karı bulmuyordu. Bu yüzden rızkını aramak için Zonguldak’a gitme kararını verdiği zaman daha on sekiz yaşını yeni doldurmuştu. Kaderinin önüne çıkaracağı fırsatı madende yakalamayı ümit ediyordu.

Öyle de oldu, umduğu iş fırsatını bulmayı başardı. Bir maden işçisi olmuştu. Yerin yüzlerce metre altında iniyor, her gün beyaz girip simsiyah çıkıyordu. Miğferinde feneri, elinde iş ekipmanları vardı. Başında ustası, şefi ve diğer amirleri bulunuyordu. Her birinin gözünün üzerinde olduğunu hissediyor, Asma ocağının demiryolu marangozu olarak hat boyunca aksaklık çıkmaması için canla başla çalışıyordu.

Kolay değildir madende işçilik, yerin yüzlerce metre altına inmek ve orada çalışmak kolay değildir. Yapışan kömür tozları ile simsiyah olan yüzünüzü aynada gördüğünüzde tanınmaz hale geldiğinizi fark eder, bunu kabullenmekte zorlanırsınız.

Ancak biliriz ki, insan bir işe sahip olduğu zaman kaderiyle yüzleşiyor, hayatının yönü belirlenmiştir artık onu yönetir hale geliyor. Ya üzerine aklını ve emeğini koyarak onu iyileştirmeye çalışıyor, ya da kendini yormuyor aklını koymuyor önünde açılan mütevazı yolda yürümeye rıza gösteriyor. Oysa işlerin hepsinde imkanlar ve kariyer fırsatları vardır. Başarıları sıra, sıra dizmenin ya da olana razı olup dizmemenin kararı insanın kendi elindedir.

O bunu biliyordu. Kaderini değiştiremeyeceğine inanıyor olsa da sahip olduğu şartlara müdahale edebileceğinin bilincindeydi. Madenciliği sevdi, bu sektörde daha iyi şartlarda çalışmanın kıymetli imkanlarını fark etti. Bu imkanlara kavuşup kavuşamayacağını araştırmaya başladı.  

O günlerde Radyoda dikkat çeken bir haber vardı. Gece okulları açmışlar. Gece okumak isteyen ilkokul mezunları ortaokulu dört senede, liseyi de dört senede bitirebilecekler. Onlarında üniversiteye girmek için eşit hakları olacak. Onlarda doktor mühendis olabilecekler.

Zor bir iş ama güzel bir fırsat.

Vardiyalı çalışıyordu, okul ise saatleri belli bir eğitim demekti. Nasıl olacaktı da okula devam etmek için bir imkan bulacaktı. Birkaç gün üzerinde düşündü, amirlerine danıştı, ‘’evet dediler vardiyasız çalışırsın ama maaşın bir miktar düşer.’’ Olsun dedi. Hiç aldırış etmedi. Her gün mesai boyunca ocağın her yerini işgal etmiş kömür tozlarını solumamak için buna değer.

Ancak okula devam edebilmesi için ciddi bir fedakarlık yapması şarttı. Akşam iş çıkışında acele ile yedi km mesafedeki okuluna yetişmesi gerekiyordu. O yorgunlukla dersleri dinleyecek, anlatılanları anlayacak ve yine aynı mesafeyi geri dönüp eve gelip uyuyacaktı. Kime anlattıysa ‘’bu bir hayal’’ dedi, hiç kimse başarılabilecek bir iş olduğuna inanmadı. Herkes biliyordu ki sadece maden işçiliği bile başlı başına üstesinden gelinebilecek oldukça zor bir işti.

Tüm zorlukları göze aldı, gidip okula kayıt yaptırdı. Dersler başladığında kitabını koynuna sıkıştırdı ve ocağa indi. Başında bulunan aydınlatma feneri ile dinlenme aralarında koynundaki kitabını çıkarıyor günlük derslerinin tekrarını yapıyor ya da yeni konulara hazırlanıyordu. Öyle yoğunlaşmıştı ki hafta içinde kendisine ayıracağı bir dakikası bile kalmadı.

Çalışıyor hep çalışıyordu. Alay edenlerin sözleriyle incindiği günler, olmaz işlerle uğraşıyorsun diyenlerin moralini bozduğu günler oldu. Ancak güzel bir şeyi de fark etti. Günde en çok altı saat uyuyabiliyor olsa da, yaşadığı bu zor günlerde insanların birçoğu, kendisini takdir ediyor ve onu yüreklendiriyordu. Bu tablo cesaretini artıran önemli bir unsurdu ve hayallerine daha sıkı sarılmasına katkı veriyordu. Yılmadı, yoğun çalışma temposundan ayrılmadı, gecesini gündüzüne kattı ve dört yılda ortaokulu, dört yılda da liseyi bitirmeyi başardı.

Zorlukla geçen sekiz yıl geride kalmış, üniversite sınavına girmeye hak kazanmıştı. Maden mühendisi olmak istiyordu. Asma ocağına mühendis olarak inmeyi, çektiği sıkıntıların ödülünü almayı ve kendisini kanıtlamayı aklına koymuştu. İçinde bir buruklukta yok değildi;

Ya üniversite sınavında başarılı olamazsam!

Başarı için Fedakarlıksa, fedakarlık çalışmaksa çok çalışmak hepsini yapmıştı.  Onun azmine bakarak çevresindeki birçok arkadaşı aynı yoldan yürümeye karar vermişti ama zorluklar karşısında tez elden pes etmişti.

Üniversite sınavının ardından büyük bir heyecan içinde geçen kırk beş günlük bekleyiş, postacının uzattığı puan belgesi ile son buldu. Herkesin yaşa! bravo! diyerek tebrik ettiği başarılı sonuç için kendisi, çevresindekiler kadar çok sevinememişti. Sınavı kazanmıştı kazanmasına ama sonuç istediği sonuç değildi. Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik mühendisliği fakültesine girme hakkını kazanmıştı, oysa o maden mühendisliği bekliyordu, üstelik kazandığı okul da İstanbuldaydı.

Bu bir dizi sorunun da önüne düştüğünü gösteriyordu. Okula devam edebilmesi için ekonomik ihtiyaçlarını karşılar durumda olmalıydı. Çalışmadan bunu yapamazdı. Buruk bir sevinç içinde Istanbul’a gidip okula kaydını yaptırdı.

İstanbul’da okumak Zonguldak’da çalışmak derken, madendeki işine devam etmek için zorlanmaya başladı. İyi niyetle destekleyenlerin sayesinde bir müddet okula devam etmeyi başarmış olsa da, ‘’ya okul ya iş’’ diye itiraz edenler çoğaldı. İşi bırakması halinde üniversiteye devam etme şansını da kaybedecekti. Zaten aldığı maaşın çoğunu okula gidip gelebilmek için otobüs biletlerine veriyordu. Sınırlı imkanlarla ulaştığı bu noktadan umutlanıyor olsa da artık şartlar sürdürülemez hale gelmişti. İçindeki heves ve sahip olduğu heyecan yavaş yavaş yerini umutsuzluğa ve karamsarlığa bıraktı. Kitaplarına bakarken tüyleri diken, diken oluyor gözyaşları göz çukurlarına iniyor bir yılgınlık tüm bedenini sarıyordu.

Çaresizliğin gözü kör olsun.

Kurduğu hayaller, inşa etmeye çalıştığı gelecek yavaş yavaş içi boş bir rüya oldu gözünde. İş arkadaşları ile konuşurken kendisini mahcup hissetmeye, başarısız olduğunu düşünmeye başladı. Yıldız Üniversitesinin kapısından girerken gördüğü her yer kendisine yabancılaşan bir mekan oldu üzerine yıkıldı.

Ve o gece, tüm cesaretini kaybettiği ve yılgınlığa yenik düştüğü o gece kararını verdi. Okulu bırakacak işine dönecekti. Buna mecbur kalmıştı.

Derler ya ‘’gün doğmadan neler doğar diye.’’ Sen başarıya ulaşacaksan yolların sana yol verir, yolundaki dikenler çekilir, yeni imkanlar önüne serilir. Sen şaşkın şaşkın izlersin sadece. Öyle de oldu. İki arada bir derede bocaladığı o günlerde sanki ona özel önemli bir imkan doğdu. Tıpkı gece okullarının açılmasına benzeyen bir mucizeydi bu.

Zonguldak’da Bülent Ecevit Üniversitesi kuruldu ve Maden fakültesi öncelikli olarak açıldı.

Üniversite sınavında aldığı puan ve mevcut yönetmelik ona yan geçiş hakkı veriyor, bu yolla Maden fakültesine geçebiliyordu.  

Bu şansını kullandığı ve maden fakültesine kaydını aktardığı gün ‘’mucize’’ kelimesinden başka söylenecek bir söz bulamadı. Ard, arda dizilen bu fırsatları o organize etmemişti. Anlıyordu ki bunu yapan güç  ‘’Sen çalış kulum, ben vereyim’’ diyen ilahi güçtü.

İşyerindeki arkadaşları en az onun kadar şaşkındılar. Desteklerini daha da artırdılar. Artık eskisi gibi okuluna devam edebiliyor alışık olduğu standart iş hayatını sürdürebiliyordu. Sadece değişen vardiyasıydı. Şimdi gece çalışıyor gündüz fakülteye devam ediyordu. Gece uygusunu kaybetmiş olması eskiye nazaran çok daha fazla yorulması demekti ama yakaladığı bu fırsat yorgunluğunu alıp götürüyordu.

Sınıfta kalmadı, üstün notlar aldı ve yoğun tempoda devam ettiği fakülteden dört yılda mezun olmayı başardı. Elinde maden mühendisi olduğunu gösteren diploması vardı artık. O bir maden mühendisi olmuştu. Diplomasını şirketine getirirken yüzünde bu zorlukları aşmanın mutluluğu ve gururu vardı. Uzun uzun diplomasına baktı. Ne zorluklar çekmişti, ne fırtınalı günler yaşamıştı. İçinde ne kıyametler kopmuştu da kimseye belli etmemişti. On iki yıl süren zor bir serüvendi bu. Sonunda kazanmıştı.

Böylesine zor ve meşakkatli bir yolu olağanüstü gayret göstererek aşan yeni maden mühendisini herkes takdir ediyordu. Asma ocağına tayin etmek için yöneticiler uzun uzun düşünmediler. İşçi olarak on beş yıl çalıştığı asma ocağına tecrübeli bir maden mühendisi olarak inmeyi başardı

Aralarından çıkan yeni mühendisine iş arkadaşları hayran hayran baktılar. Aynı yoldan yürümek isteyip de pes edenler ona hep saygı gösterdiler.

Çok geçmedi tecrübeli madenci Doğu Linyitleri İşletmesinin yöneticiliğine atandı. Ülkemizin linyit sektöründe projeler geliştiren üst düzey bir yönetici oldu. Geriye bakmadan ama çektiği sıkıntılı ve zor günleri unutmadan iş hayatının yoğun temposunu bu kuruluşta da devam ettirdi. Doğu linyitlerinin gelişmesine değerli katkılar sağladı.

Hep aynı şeyi söyledi;

  • Başarı herkesin yapamadığını yapmaktır.
Maden işinden emekli olduğu zaman bir başka sürpriz başarıya daha imza atmıştı. İleri yaşına rağmen alışık olduğu yoğun çalışma temposundaki becerisini kullanmış ve Türkiye de ilk defa yapılan ‘’A gurubu iş güvenlik uzmanlığı’’ sınavına girmişti. Sınavı kazanan ilk 100 kişiden biri oydu.

Bu başarı öyküsünün sahibinin adı YAŞAR KAR dır.

Zorlukların üstesinden gelen adam.

Bu günde ‘’A gurubu iş güvenlik uzmanı’’ olarak başarılarını devam ettiriyor.   

 

MUSTAFA YILMAZ KAR